25 Ocak 2012 Çarşamba
Geleneksel Film Anlatısı ve Kurgu İliskisi
Geleneksel anlatının filmsel zamanla olan iliskisinden bahsettikten sonra,
geleneksel anlatının, bu zamanı olusturmakta kullanılan en önemli
sinematografik araç olan kurgu ile iliskisine deginmek gerekmektedir.
Geleneksel anlatıda zaman kullanımı açıklanmaya çalısılırken, bu anlatı
yapısı içerisinde de filmsel zamanda bir takım sıçramalar yapılabilecegine, fakat
izleyicilerin bu sıçramaları da çesitli uylasımlar sayesinde filmsel zamandan
kopmaksızın anlayabilecegine deginilmisti. Erken dönem film kuramcılarından
Munsterberg’e göre, hafıza ve imgelem, kurgunun dogal kaynaklarıdır ve bu
durum da filmsel zamanda oynamalar yapmaya izin veren, dolayısıyla geri
sıçrama ve rüya sahnelerinin uygulanmasını mümkün kılmaktadır (Andrew,
1976:19). Dolayısıyla izleyicinin bu süreci kolayca anlamlandırabilmesinin
nedeninin, agırlıklı olarak kurgu yoluyla yaratılan anlatım teknikleri oldugunu
söylemek yanlıs görünmemektedir. Bu tekniklerin basında da bazılarını
Griffith’in de kullandıgı geçis efektleri gelmektedir.
Bahsedilen geçis efektlerinden birisi kararma-açılma efektidir. Kararma ve
açılma efektleri, geçmiste de birçok filmde kullanılmıstır ve günümüzde de
sıklıkla kullanılmaya devam etmektedir. Görüntünün kararması ve açılması
arasında geçen süre boyunca izleyici siyah bir perdeye baktıgından dolayı,
filmsel zamanda istenilen atlama, izleyicinin zihninde bir sıçrama olmaksızın
gerçeklesebilmektedir. Sözgelimi, bir karakter, filmde A mekânında ve X
zamanında bayıldıgında bu efekt kullanılırsa, açılmadan sonra karakterin B
mekânında ve Y zamanında uyanması, baska bir deyisle zaman ve mekânda
sıçrama yapılması, izleyici tarafından yadırganmayacaktır. Pudovkin’e göre de
kararma efekti, ritmik bir anlam tasır ve kararma, seyircinin sahneden
uzaklasmasını saglarken, açılma efekti de seyirciyi yeni bir çevre ve yeni bir
harekete bilerek sokmayı saglamaktadır (1995:62-63).
14
Kurguda yine filmsel zamanda atlamalar olusturmak amacıyla kullanılan bir
baska geçis efekti ise zincirlemedir. Zincirleme, teknik olarak açıklanacak
olursa, bir görüntünün ısık degerinin yavas yavas azalırken, diger görüntünün
aynı anda ve aynı hızla ısık degerinin artması olarak tanımlanabilir. Burada
önemli olan, perdede görüntünün hiç kaybolmaması, perdedeki toplam ısık
miktarının %100 olarak kalmasıdır. Bu da, filmsel zaman içerisinde birbiriyle
baglantılı olaylar arasındaki zamansal sıçramaları mümkün kılmaktadır. Edward
Dmytryk’e göre (1993:107), “zincirleme, yönetmenin seyirciyi zaman ve yer
içinde istedigi gibi hemen ileri ya da geri tasıyan zaman makinesidir.” Eger
“birkaç görüntü zincirlemeyle birbirine baglanırsa, zincirleme zamanın geçtigini
göstermekle kal[mamakta], olayın sürekli oldugunu da göster[mektedir]. (Büker,
1991:157)”.
Anlatıda olayların dizilisinin tasıdıgı önem, kurgunun anlatı olusturma
sürecinde ne kadar agırlıklı bir yeri oldugunu zaten gözler önüne sermektedir. O
nedenle, kurguyu sadece teknik degil, senaryo asamasından baslayan düsünsel
bir süreç olarak da ele almak dogru görünmektedir. Yine olaylar arasındaki
neden-sonuç iliskileri, Griffith’in gelistirdigi devamlılıga dayalı kurgu yöntemiyle
kurulmaktadır. Bu yöntem sayesinde, izleyici filmsel zaman ve mekânı kolaylıkla
algılamakta, filmdeki nesnelerin ve kisilerin zaman ve mekânla olan iliskilerini
rahatlıkla kurmakta, dolayısıyla perdede akıp giden olaylar arasındaki iliskileri
daha kolay anlamlandırmaktadır.
Griffith’in geleneksel anlatıya sıkı sıkıya baglı filmlerinin, Sovyet kuramcıları
çok etkiledigi ve filmsel anlatımda kurgunun gücünü ortaya koymak konusunda
onlara önemli fikirler verdigi söylenebilir. Bu noktada, dünya sinema tarihinde
çok önemli bir yer elde eden Sovyet montaj kuramcılarından ve bu kuramcılar
içinde en çok dikkat çeken Eisenstein’ın montaj kuramından bahsetmek
gerekmektedir.
ANDRE BAZİN 'İN SİNEMA KURAMI
“Gerçeklik, gerçekliği yeniden üretmeyi değil, şeylerin gerçekten nasıl öyle olduğunu göstermeyi de kapsar.” Bertolt Brecht

James Monaco Bazin’in diğer sinema kuramcılarından farklı olarak tek tek filmler üzerine düzenli yazılar yazan bir eleştirmen olmasına dikkat çeker ve ekler, “Bazin ile birlikte sinema kuramı ilk kez bir reçete olmaktan çıkmış, sınırlarının çok iyi farkında olan tümüyle olgun entelektüel bir etkinlik halini almıştır.” (1) Bazin’in sinema üzerine genel çalışma yöntemini Dudley Andrew ise şöyle anlatır, “Bir filmi dikkatlice izleyerek, kendine has değerlerini takdir etmek ve onun içinde taşıdığı anlatım güçlüklerine ve çelişkilerine dikkat etmektir. Sonrasında ise filmin hangi ‘türden’ olduğu ya da olmaya çalıştığını tasavvur edip onu bir tarz ile ilişkilendirir ya da onun için yeni bir tarz imal ederdi… Son olarak ise, bu ‘yasalar’ genel sinema kuramı bağlamında gözden geçirilirdi.” (2) Buradan Bazin’in tümevarım yöntemini izlediğini çıkarsayabiliriz.

Sinema ve fotoğraf bir tür mumyalama işlemidir. Bu sayede onlar gerçekliği mumyalar, onu bir tür ölümsüzleştirir. (a.g.e. 386) Bazin geometriden de örnek vererek sinemanın gerçeklikle ilişkisini, onun gerçekliğin asimptotu olduğunu söyleyerek belirtir. Buna göre sinema ile gerçeklik sürekli birbirine yaklaşan ama asla birbirine temas etmeyen iki hattır; sinema asla gerçekliğe ulaşamaz ama yaklaşır. Nasıl ki gölgemiz biz yürüdüğümüz sürece hareket eder, hep yanımızda var olur, aynı şekilde sinema da böyle bir şekilde gerçeklikle at başı gider. Buradaki gerçeklik bir yönüyle de psikolojik bir gerçekliktir. Çok sevdiği İtalyan Yeni Gerçekçilik ona göre, “Sinemaya gerçekliğin muğlaklığını geri getirme eğilimindedir.” (a.g.e. 387) Böylece gerçekliğin algısal niteliğine dikkatimizi çeker.

Bazin, Sessiz Sinema’dan sesliye geçişteki sıkıntılara dikkat eder ve sinemacıları iki gruba ayırır. Gerçeğe inananlar ve görüntüye inananlar. Görüntüye inananları da ikiye ayırır; Plastikçiler ve Montajcılar. Plastikçiler, yoğun görsel çarpıtmaların, gerçeküstü bir dekorun, tiyatromsu oyunculuğun ve ışık kullanımının hakim olduğu Alman Dışavurumcuları’dır. Montajcılar ise Sovyet yönetmenlerin ağırlıkta olduğu, anlamın montajla yaratılacağına inanan Eisenstein, Abel Gance, Griffith, Pudovkin gibi kişilerdir. Gerçeğe inananları ise Robert Flaherty, F.W. Murnau, Carl Dreyer, Eric Won Stroheim, Jean Renoir gibi kişiler olarak tarif eder. (5)Onlar montaja inanmazlar, dekor ve ışık kullanımından kaçınırlar. Amaçları gerçeğin kendisine olduğu gibi ulaşmaktır. İmgenin kendi içindeki anlamı yakalamaya uğraşırlar. Bazin doğal olarak “gerçeğe inananların” tarafındadır. Ona göre izleyen kişi pasif kalmamalıdır, izleyen kişi, “yalnızca gözlerini harekete geçirebilme özgürlüğüne sahip değildir; kafasını döndürmeye de zorlanmalıdır.” (a.g.e. 241)

Peki, izleyici filmin derinliğine nasıl nüfuz edecektir. Bazin mise-en-scene, yani mizanseni sinemanın merkezine koyar. Bazin bundan odak görüntüleme ve plan-sekansı kastetmektedir. (a.g.e. 386) Bu teknikler vasıtasıyla izleyici filmsel dünyaya ve uzama çok daha rahat biçimde girebilecektir. Özellikle odak görüntüleme, yani alan derinliğine çok önem verir ve Orson Welles’in Yuttaş Kane (1942) filminin eğer o film için hazırlanan yeni mercekler olmasaydı çekilemeyeceğini söyler. (a.g.e. S.36) Bu yolla izleyici artık çerçevede tek bir noktaya, merkeze değil, dilediği gibi, çevreye de bakabilmekte, kendini bir noktayla sınırlamamaktadır. Buna iyi bir örnek Yurttaş Kane filminde kış gününde çocuğu almak için gelen kişilerin içeride anne ile konuşurken çocuk Kane’nin dışarıda, karlar içinde oynadığı plandır. Önde konuşma geçerken, arka planda bu konuşmanın doğrudan muhatabı olan Kane, aslında film için de kritik bir eylemi yerine getirmektedir. Welles tek bir planda, pek çok planda kesmelerle anlatacağı şeyi çok daha başarılı bir biçimde anlatmıştır. Buna vakıf olmada izleyici tümüyle özgürdür. Bazin bunun üç yönlü bir gerçeklik yarattığını söyler. “Ontolojik gerçekçilik, nesnelere somut bir yoğunluk ve bağımsızlık vermektedir. Dramatik gerçekçilik, aktörü dekordan ayırmayı reddeder ve bu noktada bizim için en önemlisi, psikolojik gerçekçilik, ‘izleyiciyi içinde hiçbir şeyin önsel olarak belirlenmedi gerçek algının koşullarına geri’ götürür.” (a.g.e. 361)

Bazin’in Cahiers du Cinema Dergisi’ndeki yazıları ve genç Fransızların bu dergiye ve sinemaya olan ilgileri Fransız Yeni Dalgası’nın rüzgarı olmuştur diyebiliriz. Zira daha sonra bu akımın önde gelen yönetmenleri filmlerini çekmeden önce eleştiri ve kuramsal düşüncelerini bu dergide yayınlamaya başlamıştır. François Truffaut, Jean Renoir, Eric Rohmer, Jean-Luc Godard gibi isimler bu dergide yazmışlar, Bazin’in fikirlerinden etkilenmişlerdir. Öte yandan Bazin 1951 yılında şöyle der: “Sessiz sinema zamanında kurgu, yönetmenin söylemek istediğini duyuruyordu. 1938’de kurgulama betimliyordu, nihayet bugün yönetmenin sinemada doğrudan doğruya yazdığı söylenebilir. Görüntü, plastik yapısı, zaman içinde düzenlenişi çok daha büyük bir gerçekçiliğe dayandığı için, gerçeği içinden değiştirmek, eğmekte çok bol aracı vardır. Sinemacı artık yalnızda ressamın ya da oyun yazarının rakibi olmakla kalmaz, romancıyla eş duruma geçer.” (6) Bazin bu sözü Aleksandre Astruc’un sinemanın yeniçağına “kalem kamera çağı” (camera-stylo)dediği, Auteur Kuramı’na (La Politique des Auteurs) kapı araladığı bir dönemde söyler ve bu kuramın gelişmesine etki eder. Bu kurama göre Hollywood sistemi içinde örneğin Howard Hawks bile çektiği filmlerinde ortak noktalar ve özellikler yerleştirir, yönetmenin etkisiz eleman sayıldığı bir noktada ona büyük bir önem atfeder. Her film romanın birer sayfası gibidir. Onları birleştirdiğimizde ortaya romanın, bütünün kendisi çıkar.

DİPNOT:
- MONACO, James; Bir Film Nasıl Okunur, Çev. Ertan Yılmaz, Oğlak Yayınları, 10. Baskı, 2008, S. 385
- ANDREW, J. Dudley; Büyük Sinema Kuramları, Çev. Zahit Atam, Doruk Yayınları, 2010, S. 227
- BAZİN, Andre; La Strada, Crosscurrents, Bölüm 6, No, 3, 1956, S.20, Aktaran Dudley Andrew
- BAZİN, Andre; Sinema Nedir, Çev. İbrahim Şener, İzdüşüm Yayınları, 2000, S. 13
- TOTARO, Donato; André Bazin: Part 1, Film Style Theory in its Historical Context, Temmuz 2003,
- Türk Dili Dergisi Sinema Özel Sayısı, 1 Ocak 1968, S. 379
Mikail Boz
23 Ocak 2012 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)